1. The Controller's Exam - DEAD ROOT REVIVAL (2) - 9
Blues
Caz
14. The Hidden World of Piloo - ADA ROVATTI (19) - 5
Blues Perişan radyo programının resmi sitesi.
Aptulika ve Vecdi Yücalan (Objektif)
ile
Rock Tarihinde Akustik Gezinti
Türk Rock’ının kilometre taşlarından, Objektif ’in solisti Vecdi Yücalan ve müzik eleştirmeni-karikatürist Aptulika, uzun bir aradan sonra akustik söyleşilerine yeniden başlıyorlar. 17 Mayıs 2024 tarihinde Ankara Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde ikili,10 yıl aradan sonra tekrar izleyicileriyle buluşacak.
Rock müzik tarihine, sanat-politika ilişkisine, günümüz Rock müziğine farklı açılımlar getirecek projede, bu yıl 36. Yaşını kutlayan Türk Rock grubu Objektif ‘in solisti, söz yazarı ve bestecisi Vecdi Yücalan, söyleşi boyunca severek dinlediği ve ayrıca kendi yazdığı şarkıların akustik yorumlarını da izleyiciyle paylaşacak.
Türk Rock’ın iki kilometre taşı!
Aptulkadir Elçioğlu, nam-ı değer Aptulika ‘şahsına münhasır’ kişilik, ülkenin en değerli karikatüristlerinden ve müzik eleştirmenlerinden. M.S.Ü. (İDGSA) Resim bölümü mezunu olmasına rağmen, kendi deyimiyle ‘güncel olana’ ilgisi nedeniyle karikatür çizmeyi seçmiş. Çok sayıda mizah dergisinde ve gazetede yazıp çizen Aptulika, şu sıralar sosyal medya üzerinde yazıp çizmeye devam ederken sergi ve farklı projeleriyle de çalışmalarını sürdürüyor.
Vecdi Yücalan, Türkiye’nin en önemli ve Türk Rock’ın başlangıcını yapan gruplarından Objektif ‘in solisti, bestecisi ve söz yazarı. Annesinin 'John Lennon mı olacaksın’ diyerek müzik yapmasına karşı çıkmasına aldırmadan, illegal yollardan müziği ve gitarı keşfeden sanatçı, bugün 36.yaşını dolduran 7 albümlü bir gruba sahip.
Kırk yıllık dostluğun buluşması
Aptulkadir Elçioğlu ve Vecdi Yücalan’ın dostluğu 40 yıl öncesine dayanıyor. Bu iki ezeli ve ebedi arkadaşın yolu keyifli bir projeyle bir kez daha kesişti. Bir araya geldiklerinde birbirleriyle paylaştıkları çok değerli anıları, Türkiye müzik tarihi ile ilgili bilgi ve görgülerini, seyirci ile paylaşıyorlar.
Yücalan ve Aptulika’nın farklı illerde gerçekleştirdikleri ve büyük beğeni toplayan akustik söyleşisi 10 yıllık bir aradan sonra Ankara Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde 17 Mayıs 2024, Cuma gecesi yapılacak ilk etkinlikte tekrar başlıyor.
( Basın Bülteninden)
Geçen ayın başında Fransa'ya Aix - en - Provence gittim. Orası ressam Paul Cezanne'ın doğduğu ve öldüğü yerdi ve gezimde de hep onun izini sürdüm. Burada üç gün gibi kaldım ama 12 bölümlük yazı çıkardım. Bunun sebebi de Cezanne'ı dolu dolu yaşamaktan kaynaklanıyordu. Bu arada Cezanne'ın atölyesi de 2025 yılına kadar kapalıymış. O da açık olsaydı, her halde bir kaç ciltlik yazı ve çizim çıkardı.
Bir çoğunuz bu yazılar da nereden çıktı demişsinizdir ama böyle güzel şeyleri insan paylaşmadan edemiyor. Üstelik böyle takibi olan seyahatlerden dönüşte enerji depolayıp heyecanla üretmeye başlıyorum. Bu sefer de öyle oldu, elime kurmızı kapaklı bir defter alıp, notlar düştüm. Dönüştede 37 tane Cezanne ile ilgili çizim yaptım. İşte bunlardan toparlanan 12 yazıyla sizin canınıza okudum. Umarım beni affedersiniz.
Gezi ve sonrasında kırmızı kapaklı deftere çizdiklerimi facebook'taki Aptulika/Blues Perişan sayfamdan ve instagram profilimden aralıklarla yayınlayacağım.
Böylece blogdaki normal akışımıza dönüyoruz.
Aptulika
6 Nisan 2024
Saat: 08:18
Sabah otelden çıkınca ara sokaklara doğru bir bakıyorum, karşıdaki eczane ve tabelası olmasa sanki tarihi bir sahne içindeyim.
Gene bizim ülkedeki betonlaşma ve gökdelen merakı aklıma geliyor. İstanbul’da tarihi mekanların olduğu yerlerde bile bir çok yerden sivilce gibi yeni binalar gözünüze patlar.
Bir of çekip kafamı ana meydana doğru çeviriyor ve yürümeye başlıyorum. İlerde bir hareketlilik var ... bunun bir pazar kuruluşu ve onun koşuşturması olduğunu anlıyorum. Bu Pazar kuruluşu hep bize özgü gibi anlatılır, öyle ki İstanbul’a gelen turistlerin bu manzaraya çok şaşırdıklarını rivayet eder dururuz. Oysa Fransızlar da bal gibi pazar kuruyorlarmış hani. Ha burada “ikizlere takke” diye bar bar bağırmıyorlar ama pazarcılar bizdekiler gibi. Burada sebze zerzavat yok daha çok giysi, çanta falan gibi şeyler satılıyor.
Ha bu arada ikinci el plak, çizgi roman ve sahaf tezgahları da bir hayli yoğunlukta giriş bölümünde arzı endam ediyor. Sahaf ve plak satıcıları aynı bizdeki gibi, tek farkları Fransızca konuşmaları. Dünya üzerinde her coğrafyada insanlar farklılaşabiliyor ama sahaf dedin mi her yerde aynı.
6 Nisan 2024
Saat: 11:47
Bir pazar yeri ve yanınızda eşiniz varsa yandınız demektir. Dört saat boyunca alışveriş etti. En sonunda pazar alışverişi bitmişti. Gene bizi ilk gelişimizde karşılayan o meydana döndük.
Ortada duran şelaleli havuzlu anıt orada tüm heybetiyle duruyordu. Üstündeki aslan heykelleri şehri korumakla görevli nöbetçiler gibiydi.
Aix - en - Provence'da sadece bu anıt yoktu. Neredeyse her köşebaşında bunun kadar büyük olmasa da irili ufaklı şelaleli heykeller mevcuttu.
"Bunun suyu içilir mi?"
diye akla ziyan bir soru soracaklardı. Amerikalıdır ne yapalım diyerek güldük. Ha bu arada Aix-en- Provence'da su çeşmeden içilebiliyor... üstelik çok sağlıklı da olduğu söyleniyor.
6 Nisan 2024
Saat: 11:56
Aix meydanından karşıya geçecek ve bir büyük ziyareti daha gerçekleştirecektik.
Bu Cezanne'ın heykeliydi ve Aix -en - Provencelı hemşehrilerini selamlıyordu. Bu heykelde Sainte Victoire'nin resmini yapmak için tepelere tırmanma hali simgeleniyordu. Bu heykele bakarken bir çok insan sarılıp fotoğraf çektiriyordu. Hatta bu heykeli gece ayazında gören bazıları da üşümesin diye kazağını verip, boynuna sarmıştı.
Avrupa'nın bir çok yerinde heykeller büyük kaidelere yapılmıyor, adeta insanlarla birlikte yaşıyor ve onlarla geziniyor.
Aix - en - Provence'de Cezanne'ın heykeli olur da Emile Zola'nın olmaz mı... Onun heykeli ise uzun ve ince piramit konumunda bir kaideye sahip. Zola biraz daha mesafeli olsa da kaidenin yükseliş konumu ve alttaki bitkilerle arkadaki evler öyle bir kompozisyon oluşturuyor ki, buda heykeli çevreyle bütünleştiriyor. Tabi bu heykeli görünce gene bizim diyarlar aklıma geliverdi. Bizde böyle bir heykel yapılsa on hatta beş yıl sonra arkadaki evler değişir başka bir şey olurdu.
Yukardaki fotoğrafta bir banka ATM'si ve bir kapı görüyorsunuz. Bu ne alaka derseniz şöyle anlatabilirim, burası Cezanne'ın babasına ait bir iş yeriymiş. Baba Cezanne bir şapkacı ve daha sonra da bankerlik yapmış. İşte burası da bankerlik yaptığı binaymış. İsterseniz sözü Rilke'ye bırakalım ve durumu "Cezanne Üzerine Mektuplar" kitabından dinleyelim:
"...ve önünde katedraliyle , hiçbir şeyden haberi olmayan şehir uzanırdı; akıllı uslu ve sade insanların şehri, oysa o, şapkacı olan babasının önceden görüp sezdiği gibi farklı birisi olmuştu. Babasının görüp sezinlediği ve kendisinin de inandığı gibi bir bohem olmuştu. Bohemlerin sefalet içinde olduklarını ve o halde öldüklerini bilen bu baba oğlu için çalışmayı kafasına koymuş ve bir çeşit banker olmuştu. "
Bu arada Cezanne'ın o güzelim şapkalarının sebebi de babasını şapkacı olmasıymış demekki. Bir de bu baba en sevdiğim banker oldu ha, onu da söylemeden geçmeyeyim.
Bu arada, "be adam, topu topu 4 günlük bir gezi yaptın Cezanne'dan başka bir şey anlatmadın ve bir tomar da şey yazdın." diyerek kızıyorsanız, haklısınız. Ama sonuna geliyoruz. Bana bir iki yazı daha müsaade edin, sonra serbestsiniz.
Aptulika
5 Nisan 2024
Saat: 14:00
Devasa bir Cezanne afişi bizi karşılıyor Müze Granet’in kapısına geldiğimizde.
Aix– en - Provence’in en büyük müzesi, elbette ki o kentten çıkan en önemli ressam olan Cezanne’ın tablolarıyla dolu olur. Hatta buraya bir Cezanne Müzesi de diyebiliriz gibi düşünceler aklınızdan geçiyorsa hemen unutun derim. Bu müze 1775 ile 1849 yılları arasında yaşamış bir başka Aix-en-Provencelı ressam olan François Marius Granet’ın işleriyle dolu adeta ona adanmış bir müze. İçerde devasa büyüklükteki iki salon boydan boya ona ayrılmış durumda.
Cezanne’a gelince, modern resme ayrılmış olan bölümde bir evin bir mütevazı odasını andıran bir yerde 2 duvarı ancak kaplayacak az sayıda ve ufak ebatlı tabloları bulunuyor. Değil Amerika, Rusya’daki müzelerde bile bundan daha çok Cezanne tablosu vardır. Aslına bakılırsa 1984’e kadar bu müzede bir tane bile Cezanne tablosu yokmuş.
Şimdi şöyle bir 1900 yılına gidelim ve o tarihte bu müzenin yöneticisi ve küratörü Henri Pointer, şöyle haykıracaktı: “Ben yaşadığım sürece bu müzeye Cezanne denilen herifin hiçbir çalışması giremez…” dedikten sonra, “değil tablosu onun nefesi bile buraya giremez!” emrini verecekti.
Henri Pointer’in emri öldükten sonra da 1984’de kadar sürmüş. O zamanlarda Cezanne’ın tabloları Aix’de pek rağbet görmüyormuş. Bir sanat simsarı olan Ambroise Vollard (1866- 1939) bir ara Cezanne’ın atölyesine gelip, bir çok tablosunu çok ucuza satın alacaktı. Modern sanatın en büyük simsarlarından olan bu isim, bu tabloları başta Amerika olmak üzere bir çok koleksiyonere satacaktı.
Aradan geçen 84 yıl boyunca Müze Granet’te tek bir Cezanne eseri yoktu , oysa dünya müzeleri ve koleksiyonerler bu büyük ressamın tablolarını koleksiyonlarına katarken, bu eserlere paha biçilemeyecekti.
Tarihler 1984’ü gösterdiğinde Fransız Kültür Bakanı bu ayıba son verecekti ve Cezanne’ın sekiz yağlıboya tablosunu satın alarak bu müzeye koyacaktı. 2011 yılında da ressamın Emile Zola tablosu alınacaktı. Şimdi müzede topu topu on, on iki Cezanne tablosu var ve onlar da çok küçük boyutlu.
Müzenin dev ve yüksek tavanlı salonları arasında üç odalı bir ev küçüklüğünde bir bölümde bir iki Picasso, Mondrian, Paul Klee vd. arasında bu Cezanne tabloları da Modern Sanat bölümünde bulunuyor.
Cezanne resimleri arasında en büyük ebatlı olanı da öğrencilik döneminde yaptığı Felix Nicolas Frille’ın “ Şairin Rüyası / İlham Perisinin Öpücüğü” adlı eserinin kopya çalışması. Cezanne’ın yaptığı bu kopya ile aslı yan yana konularak sergileniyor. Buraya bakarken Cezanne’ın kopya çalışmasında bile kendi kişiliği hissediliyor.
Aptulika
Paul Cezanne - Naturmort 1865 ( 1984'te Paris Müze Orsay'dan getirilmiş.) |
Felix Nicolas Frille’ın “ Şairin Rüyası / İlham Perisinin Öpücüğü” adlı eseri solda... sağda bulunan da Cezanne'ın kopya çalışması |
Paul Cezanne - Bethsabee |
5 Nisan 2024
Saat: 11:19
Sainte – Victoire Dağı’nı merkeze aldığı peyzajları Cezanne için adeta bir tutkuydu. Sanatçı, şövalesini Chemin de la Marguetite ‘a kurarak en yüksek bakış açısını seçerek bu dağı çevresiyle tuvale aktaracaktı.
Bugün dünyanın en büyük müzelerinde ve özel koleksiyonlarda bulunan 11 yağlıboya, 17 suluboya resim yaparak bu tepeyi ölümsüzleştirmişti. 1902 ile 1906 arasında buraya gelip bol bol eskiz ve yağlıboya resimleri bu kırsal alanda yapmıştı.
Neredeyse her gün evinden atölyeye kadar yürüyor. Oradan da bu kırsal alana gelip çalışıyordu. Bu arada bu kırsal alan atölyesinden 2 km uzakta bir vadinin batı yakasındaydı ve Cezanne, her gün sırtında tuvalleri, boyalarıyla birlikte elinde bir ahşap sopayı baston gibi kullanarak buraya tırmanıyordu.
Biraz önce atölyeye yaptığım yokuş yukarı uzun yürüyüşten bahsetmiştim, şimdi 2 km daha yürüyecektim. Ha bu arada buralara gitmek için araba da kullanabilirsiniz, zira bu gidiş yolu daha da önce belirttiğim gibi kaymak tabaka insanlarının oturduğu semtler olmuş. Dolayısıyla bir taksi tutup gidebilirdik. Ancak Fransa’ya daha önce gittiğimde de insanlar taksi tutmamam konusunda uyarmışlardı (üstelik bu uyarıyı Fransızlar yapmıştı). Bir de madem Cezanne’ın peşi sıra dedik, o zaman yürümeliydik. Hatta öyle bir gaza geldim ki, büyük usta gibi elime bir sopa, sırtıma da bir çanta almayı bile düşündüm.
Lauves’e gitmek için bir yola saptık. Burası bir patika gibi bir yoldu ama levhadaki yazıya baktığımızda buranın özel bir mülk olduğunu görecektik. Cezanne’ın saç sakal birbirine karışmış olarak bir berduş gibi tepeye tırmandığı yollardan biri zenginlerin özel yolu olmuş. Hey gidi hey dedim ve ekledim, büyük yapıtlar veren bu büyük ressamın adımını attığı her yer değerlenmiş, oysa o hayattayken bu yollara tırmanırken çocuklar ona taş atıp dalga geçiyorlardı.
Neyse biz gene halka açık başka bir yola döndük ve devam ettik. Yürüdükçe yeşilliklerin arasındaki lüks konutlar azalıyor ve yeşil çoğalıyordu.
Ağaçların arasında geniş basamaklardan döne döne helezonik bir şekilde çıkarken büyülü bir ortama adım atıyorduk.
Tepeye çıktığımızda muhteşem bir şey oldu… O Cezanne’ın resimlerindeki manzara capcanlı karşımdaydı.
Üstelik her şey o zamanki gibi korunmuştu. Biraz önce yolda gördüğümüz lüks binalardan ufak bir görüntü bile yoktu, her şey aynen korunmuştu.
Bu arada Cezanne’ın atölyesine bakarken de etraftan tek bir yeni yapı görünmüyordu. Tabi bu manzara bakarken aklıma bizim ülke geldi ve bizde olsa şimdi buradan bakarken birkaç gökdelen görebilirdik. Oysa burası öyle güzeldi ki, Cezanne’ın açık havada resim yaptığı o ortamı capcanlı yaşıyordunuz.
Sadece yaşamakla kalmıyorsunuz, neredeyse Cezanne gibi oraya oturup resim yapmak istiyorsunuz.
Cezanne’ın tuvalini koyup resim yaptığı yeri görüyor ve onun gibi manzaraya bakıyorduk.
Yandan bir yerden çıkıp gelecekti buraya sanki. Onu burada gibi hissediyorum.
Cezanne, şövalesini çimenlerin üzerine kurmuş, boya kutusu, paleti ve fırçalarıyla yüzünü dağa doğru çeviriyor. Bu anı burada yüzyıl sonra bile aynen yaşıyoruz.
Cezanne’nın resmini yaptığı Sainte – Victoire Dağı öyle fazla özel yanı olan bir görüntü değil gibi geliyor bana ama şimdi baktığımda bana olağanüstü etkili ve büyüleyici geliyor. Bunun sebebi ise burayı Cezanne’ın resmetme tutkusuydu. O tuvale taşımaktan vazgeçmediği bu dağ için:
“ Şu Sainte – Victoire’e bakmak, ne güzel bir şey.”
demişti. “Kibirsiz mavi”leriyle harikaları ortaya çıkaran ressamın gözleri bu dağı bir büyük görkeme döndürüyordu… tıpkı basit bir oturağı başyapıta dönüştüren Van Gogh gibi.
4 yıl boyunca buraya neredeyse her gün gelen Cezanne, bu dağı ve çevresinin resmini yapmıştı. Fırtınalı bir 1906 yılı Ekim’inde gene buradaydı ve başlayan yağmuru umursamadan resim yapmaya devam edecekti. O esnada fenalaşan ressam bayılarak yere yığılır. Onu iki köylü bulur ve evine taşır. Ertesi günü yeniden atölyesine giden ressam, bir portre üzerine çalışmaya başlayacaktı.
Bu resim üzerine çalışırken bir hafta sonrası ise 22 Ekim’i 23’e bağlayan gece zatürreden 67 yaşında hayata veda eder. Bu hastalığa Sainte Victoire dağını resmetmek için yağmura ve fırtınayı umursamadan çalıştığı gün yakalanmıştı. Cezanne, resim yaparak ölmek istiyordu ve son nefesini de böyle verecekti.
Uzun ve yokuşlu zorlu bir tırmanış yapmıştım ama Cezanne’ın her yanında izi olan bir macerayı yaşamıştım.
Ancak daha yeni öğlen vakti olmuştu. Şimdi aşağıya şehir merkezine yürüyecek Müze Granet'te Cezanne tablolarını göreceğim. Tırmanmalı, inişli uzun bir yürüyüş olmuş ve hala devam ediyordu ama yorgunluk yerini büyük bir coşkuya ve heyecana bırakmıştı.
Bir sonraki yazıda Müze Granet'te buluşmak üzere.
Aptulika